1980 SONRASI ŞİİR VE HAYAT
ŞEREF BİLSEL-CENK GÜNDOĞDU
HAZİRAN 2005, TOROSLU KİTAPLIĞI
HİLAL KARAHAN (1977)
aralık
I.
Sırla kaplanınca ayna sanılan
aralığı buruşturup atar,
anlaşılmaktan
yorgun tanrı
Kılıcın suyunu görür varlıklar.
II.
"Anlamın düğümlerinden,"
der Kızılderili,
"İnsan yeni bir gövdeyle sökülür."
III.
Güç ve değer
:Öfkesini avcunda biriktiren,
kerpiç evlerde terbiye edilmiş,
fazla hadım iki sevgilidir.
Bacaklarında tırmanırken henüz, denge,
kılıcın kınıyla sevişir.
IV.
Hesaba çekilmiş bir yaşamda heyecan ağırlıktır
Önemsenmez ayrıntıların ete dolanan damarları
Anı sanılır hışırtısı, yürek kendine katlandıkça
üç nokta, sayı:1
2004'TE DERGİLERDE ŞİİR
Bâki Ayhan T.
YAZININ BİR BÖLÜMÜ ALINTILANMIŞTIR.
2004'te 7 sayı yayımlanan Kül'ün bazı sayılarında hiç şiir yoktu. 47. (Nisan) sayıda Emrah P.'nin klasik formlarla yeni bir ses arayışının verileri olan "Karşı", "Gövde ve Gölge" şiirleri dikkat çekiyordu. Derginin 49. (Haziran) sayısında Hilal Karahan'ın "Hacim Hesapları" imgesellikle anlatısallık ve betimselliğin birbirine geçiştiği bir şiir olarak göründü. Şiirden birkaç dize: "geceyi odaya dolayan yer / kapıyı örten öfke / kendine döner".(s.296)
Şairin başka yerlerde olduğu kadar Erzincan'da da çalışabileceğini gösteren Le Poète Travaille (Şair çalışıyor) dergisinin 9. (Şubat-Mart) sayısında pek çok şiir vardı. Hasan Öztoprak'ın "Huruf"u son yıllarda şiirimizin yaygın temaları arasına giren "harf" ekseninde yazılmış ve "kendimi arıyorum bir adam başka ne ister ki" diyen bir şiirdi. Altay Öktem'in "Son Bir Tekme"si hayat bilgisinin anlamını "yoksa boşuna mı gittik o gri, / o siyah, o çamurlu yollardan okullara" sorusuyla genişletirken, küçük İskender'in "Çocuklar Anne-Babadan Önce..." şiiri hayatın gerilimini yansıtan bir şiirdi: "Terkettikten sonra tetiği çekilen / bir tabancasın sen. Bil, parmakizlerini sili'cem". Ahmet Ada'nın "Kalıt"ı Kendini bir boşluğa bırakır gibi terliğini giyme" halini, Ayten Mutlu'nun "Tuhaf Bahçe"si "tuhaf bir bahçenin eteklerinde kendisi olmayı bekleme"nin, Vadi Çiçekli'nin "Rüzgâr Senfonisi" "floransalı mülteci yalnızlığını merdivenlerde bırakma" duygusunun, Şamil Potur'un "Mahsus Çirkin"i "kartal ve kuzu gibi olmayan" bir çirkinin "müsaviyen direniş"inin, Gonca Özmen'in "Küskün"ü "Bir ağaç gölgesine uzanıvermiş bir ev"in ve "kabuğundan soyunup çıkan söz"ün. Ahmet Bozkurt'un "Güller Gazeli" "kalbi güllerden yeni ayrılmış, gözleri ruhumuzun kış ikindisi" olanın şiiriydi.
10. sayıda Cahit Koytak “Şiirin Faydaları”nda, yokluk yorumlarını sıralarken feneri olmadığında gecenin körlüğünü ürkütmek için sesini kullanmayı öneriyor, gidilecek yolu olmayanın ne yapacağını söylüyordu: “Yoksa yürünecek yolun / Söğüt ağacının altına çöker / Çubuk yontarsın, / Çubuk yontar ve hayal kurarsın!” Seyhan Erözçelik’in “Askerî Lojmanlar”ı hatırlamalarla ilerliyor; Necmi Zekâ’nın “Görür de Görmez”i susarak azarlanmanın ağırlığını, Gültekin Emre’nin “Sen Ben”i yalnızlıktan sınıfta kalmayı ve bir yıldızın kaydığı yolu, Engin Turgut’un “Mor”u uslanmayan ruhlarımıza dokunan ahşap bir yabancıyı anlatıyordu. Nuri Demirci’nin “Çuhaçiçeği” gözlerinde nehir kıyısı taşıyan “düşmüş” bir çuhaçiçeğinin korunaksızlığını, Hüseyin Peker’in “Paralı Mahkûm”u bu dünyaya kışlamaya gelenlerin yoğun üşümesini, küçük İskender’in “Ozan”ı içine zenci sıçramış bir sonbahar tadını duyuruyordu. Vadi Çiçekli “Rüzgârın Getirdikleri”nde yalnız bir kadının balkona vakitsiz çıkışını ve bahçeyi ayağa kaldıran bir karganın çığırtkanlığını, Ahmet Bozkurt “Çiğdemler Gazeli”nde kırık bir yaz hikâyesinin izdüşümlerini dile getiriyordu. Ergül Çetin’in “Kral Midas’ın Uykusu”nda epik bir dille tarihten hesap soruşu farklı bir yaklaşım olarak hatırlanması gerekenler arasındaydı.
Varlık'ın Temmuz ayında yayımlanan 1162. sayıda Yaşar Nabi Nayır Ödülü'nü Alperen Yeşil'le paylaşan Mehmet Öztek'in "Taya Mektup" şiiri, sözcük-hece-ses oyunlarını şiire iyi yedirebildiği örneklerden biri olarak okundu: "Ağarır, ağarırsa gülden sis / Taylar mı rahvan, orman dalar / Harfler, de ki hafriyat, hafriyat / Sonra siz, kazma ile kalem / Birleşiirsiniz". Alperen Yeşil'in "Kıblenümâ"sı ise "dilimdeki mühür dağıldı çöle / sesim kırıldı, kanadı dilim" diyor ve mahrem bir dua ile düğümlü dile yaslanıyordu. Aynı ödülde jürinin 'dikkate değer' bulduğu Ertan Yılmaz'ın "Uğultu"su, Mehmet Altun'un "Su Zılgıtları", Hilal Karahan'ın "Eleştiri"si, Fırat Caner'in "Şarkı"sı, Efe Murat'ın "Irmakların Yamaçlarında Dolaştık Bütün Gün"ü genç şiirin adımları olarak kayıtlara geçti. Seyyidhan Kömürcü'nün "Sinem"i yabancılaşmanın, yalnızlığın vurgusunu "başka incirin yarasını başka incir de bilmezmiş gibi" dizesiyle yapıyor, insanın kendisiyle hayat arasında dalgın bir belge oluşuna işaret ediyordu.
Sonuç:
Şiir örneklerinden bu kadar çok söz ettikten sonra fazla lafa gerek yok aslında. Bununla birlikte sonuç niyetine birkaç söz etme gereği duymuyor değilim. Bu yıllığın, tarafımdan kaleme alınan "Dergilerde Şiir" bölümü uykusuz gecelerden, karla eve kapandığımız gündüzlerden, kahvaltı bile yapmadan yollara düştüğümüz, iki ev arasında mekik dokuduğumuz zamanlardan geçti. Dergilerin taranışında açıkçası büyük bir sorun yaşamadım; çünkü belli başlı dergileri yıl içinde zaten izliyor ve öncelikle şiirleri okuyarak sağa sola notlar düşüyor, işaretler koyuyordum kendimce. Asıl zor olan hem parçalı bir yöntemle tek tek dergilere ve şiirlere hem de bütünlüklü bir bakış açısıyla geçen yılın şiirine bakmak, şiirleri bu bakışla değerlendirmeyi denemekti. Bilmiyorum yapabildim mi?
Genel olarak baktığımda geçen yıl içerisinde yeni ve yenilikçi kıpırdanmaların dikkat çektiğini söyleyebilirim. Zaten poetik tartışmaların artması, yıllık sayılarındaki artış, dergilerin çoğalması böyle bir canlılığı haber veriyordu. Yeni ve yenilikçi, yaratıcılığa sahip, sezgi gücü yüksek gencecik (ben, henüz gençler arasında olduğumdan yeni yetişen arkadaşlar için "gencecik" sıfatını kullandım) şairlerin gelmekte olduğu görülüyor. Bunların sayısı çok değil ama olsun; zaten hemen her dönemde yüzlerce şair "birkaç", hatta kimi zaman "bir" şaire çalışmış değil midir? Umarım önümüzdeki yıl dergilerde yayımlanan, yıllıklara ve seçkilere giren nitelikli şiirlerin sayısı artar. Kimseye "şunu yap bunu yapma, şunu yayımla bunu yayımlama" diyecek kadar saygısız değiliz ama bazı dergilerin, şiir anlayışlarını gözden geçirmeleri, Türk şiirinin hangi noktada olduğunu görüp ona göre bir eleme ve yayın yapmaları iyi olur demekten de kendimi alamıyorum.
Daha fazla uzatmayayım... Bu bölümün yazılışı sırasında kendilerini ihmal ettiğim yakınlarımdan özür diliyorum. Beni anlayacaklardır... Son iki yıldır hemen her konuda yanımda olan, iyiniyet ve anlayış timsali "soğuk odalar perisi"ne, evde birlikte çalıştığımız günlerde her türlü kahrımızı şikâyetsiz çeken sevgili editörüm Cenk Gündoğdu'ya ve Türk şiirine birkaç dizeyle de olsa katkıda bulunan bütün şairlere şiir adına teşekkürlerimi iletiyorum.
"ARALIK" ŞİİRİ ÜZERİNE ELEŞTİRİ YAZISI
HAYDAR ERGÜLEN
ŞİİR DEFTERİ, 1980 SONRASI ŞİİR VE HAYAT, HAZİRAN 2005, TOROSLU KİTAPLIĞI
KİTABINDAN ALINTIDIR, SAYFA:182
HAZIRLAYANLAR: ŞEREF BİLSEL, CENK GÜNDOĞDU
HİLAL KARAHAN (ARALIK)
Şiirimizin son dönem gerçek kazançlarından biri. Hem dosyasını okudum, hem kitabını, özellikle kısa şiirlerinde çok ustalıklı bir yapı kuruyor. Öyle sanıyorum ki önümüzdeki yıllarda şiiriyle bizi daha çok şaşırtacak!
2005'TE DERGİLERDE ŞİİR ÜZERİNE
DENGESİZ NOTLAR
Bâki Asiltürk
http://www.siirpenceresi.com/dergilerdesiir/ikibinbesdergilerdesiir.htmYAZININ BİR BÖLÜMÜ ALINTILANMIŞTIR.
Etken’in Ocak-Şubat-Mart (2) sayısında Altay Öktem “Derin Dilek”te içindeki metal hüznün garip seslerini dinliyor, Ayten Mutlu nergis gözleri zamanın oklarıyla kör edilen “Anılar”a odaklanıyor, Şerif Erginbay göğün dibini döven bir fırtınada sonbahara çıkan “Adımlar” atıyor, Gülümser Çankaya “Karşılayan Dalga”da ışıklı başlangıçların kararışından yakınıyor, Hilal Karahan dramatik kurgusu ve söyleyişiyle Edip Cansever’in şiirlerini anımsatan “Bir Böceğin Üç Gün Duvarda Hiç Kımıldamadan Durması Üzerine”de hayat içerisinde kimselerin fark etmediği ayrıntılara odaklanıyor, İlhan Kemal “Fırtına Makamı”nda insanların işinde gücünde oluşundaki umursamazlık karşısında şaşkınlığa düşüyordu. Derginin Temmuz-Ağustos-Eylül (3-4) sayısında Güven Turan “Bir Yılın Bitimi”nde kışın konuşması karşısında suların susuşuna dikkat çekmiş, Şerif Erginbay bağbozumlarından geçerek “Işık İçimde” demiş, Gülümser Çankaya boş bedene çekilen bağımlılık karşısında “Tedirgin”lik duymuş, Olcay Özmen “Yalnızlık, Kuşlar”da saatleri tırnaklarında kanatmıştı.
2005’e genel olarak bakıldığında, yenilik tutkusunu 2000’lerin başlarından beri sürdüren isimlerin etkinliğinden, belirginliğinden söz edilebilir. İyice belli oldu ki 1980 Kuşağı şiiri tarihteki yerini almakta, onun yerine belli isimler dışında bağdaşıklık göstermeyen, toplu fotoğraflara izin vermeyen yeni bir kuşak gelmektedir. Virgül’deki yazılarımdan birinde dediğim gibi: Hepsi hem eski hem yeni, hem gelenekle ilişkili hem modern, hem deneyselci hem buluşçu... Kuşaklar arası çatışmanın ilk göstergesi itiraz, inkâr, memnuniyetsizlik vs.dir. Bunlarsa bol miktarda görülüyor. Geçen yıla, yeni kuşağın belirginleşmesinin yılı olarak bakılabilir. Bu dönemi oluşturacak isimlerin şiirinin nereye gideceğini ise zaman gösterecek.
2005'TEN ŞİİRİMİZİN SON DÖNEMİNE BİR BAKIŞ
GÜNAY GÜNER
NOT: BU YAZI ŞİİRİ ÖZLÜYORUM'UN 14.SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR. YAZININ TAMAMI DEĞİLDİR, ALINTIDIR.
2005 yılı, Ahmet Güntan’ın Kitap-lık’taki “Parçalı Ham Manifesto”sunu saymazsak, önceki yılın manifesto girişimlerine sahne olmadı. (İçerdiği anlamlı ve yer yer doğru önermeler nedeniyle Güntan’ın bildiri temalı bu şiirini de saymalı mıyız yoksa?) Ancak, 2005’in verimli bir poetika tartışmasının yaşandığı söylenebilir. Ve şairler düşünce yazılarıyla da sınan-malıdır kanısını doğrularcasına, şairler de düzyazılarıyla da okundular. Şiirlerde çarpıcı, şaşırtıcı imgeler arama çabası başarıyla sürerken; izlek boyutunda, ayrıksı birkaç örnek dışında, “ben”in sınırlı olanaklarını tüketmekten başka bir şey yapılmadığı görülüyor.
2005’te Dergilerde Şiirler:
Le Poète Travaille uzun aradan sonra yıl sonuna doğru dolu içeriğiyle çıkageldi. İlhan Berk, Enis Batur, Cahit Koytak, Orhan Alkaya, Ahmet Ada, Metin Cengiz, Haydar Ergülen, Orhan Tüleylioğlu, Gonca Özmen, Hüseyin Alemdar, Gülseli İnal, Gültekin Emre, Hüseyin Peker, Mehmet Taner, Vadi Çiçekli, Ahmet Bozkurt, Betül Tarıman, Engin Turgut, Deniz Durukan, Hilal Karahan Le poète travaille’de 2005’te de yetkince çalıştılar.
2005'te Şiir ve Kuşak Sorunları Üzerine Tartışmalar:
Şiir sorunları üzerine yoğun dergi yazılarının yazıldığı, soruşturmaların düzenlendiği bir yıl olduğu belirtilmiş-ti. Varlık’ın haziran 2005 sayısındaki, Günümüz Şiiri Arayışlar, Eğilimler, Yönelimler, Tartışmalar başlıklı dosya sanırım en kapsamlı olanlardan biriydi. Bu sayıda yer alan, Deniz Durukan’ın İlhan Berk söyleşisinde Berk şunları söylüyor: “Benim derdim anlamla-dır, anlamsa miadını doldurdu. Onu bozmak istiyorum. (…) Anlam aradığım da bir gerçek ama, çabam anlama çokanlamla saldırmak içindir. Dizeleri, sözcükleri par-çalamam bundan. Kısaca, çokanlamla ilişkim bir bozgunluk. Yer, yön, bozmak.” Berk, şair abartısıyla söylediği sözlerinin doğru “anlamlandırılmasını” isteyecektir. Berk’in ısrarla vurguladığı doğru belirlemeler, anlaşıldığı gibi, şiirsel anlamla, bunun kurallarıyla ilgilidir.
Varlık’ın anılan dosyasında gelecekteki çalışmalara da kaynaklık edecek, kuşaklara ve dönemlere ilişkin ipuçları veren, çok önemli, belge değerinde yanıtlar var. Yazımın başında belirttiğim, bu nedenle yinelemeyeceğim yargılarımla birlikte düşünülmelidir söz konusu dillendirmeler. (Dosya üzerinde ayrıntılı bir çalışma yazımızın boyutlarını aşacaktır.) Yazıların, yanıtların birçoğunda onar yıllık bölümlemelere itiraz edilmiş. Oysa bir rastlantıyla top-lumsal gelişmeler onar yıllık aralarla değişime uğramışsa, herhalde araştırmacının da bu sınıflandırmayı kullanması doğal sayılmalıdır. Bundan daha önemli savlar var soruşturmada. Salih Bolat soruşturmanın bir yerinde, yetmişli ve seksenli yıllar için şöyle bir değerlendirmede bulunuyor: “(‘70’li yıllarda G.G.) ‘Estetik’ sözcüğünü kullanmak şiire ihanetle eş anlamlıydı sanki. 1980 Darbesi, durup düşünmemize olanak sağladı. (Vurgu benim G.G.) Okumaya zaman ayırdık. Doğru şiiri bulmaya çalıştık.” ’80 Darbesine kadar, darbecilerin çabalarının sonucunda öldürülen 6.000’e yakın insanımız, gene Darbe sonrasında öl-dürülen, sakat bırakılan yüzlerce güzel insan Bolat’ın derdi değil. Ulusun onur adına, gurur adına, dayanışma adına neyi varsa elinden, beyninden sökülüp alınmış; bugün olmuş, hâlâ etkisi süren bir toplumsal felaket yaşanmış, ne gam! Ardından, dönemleri ele alırken ‘61 Anayasasında somutlaşan ‘60 hareketini de bir çırpıda ‘50, ‘70 ve ‘80’le yan yana koyuyor, dar-be olarak nitelemekte tereddüt etmiyor. Soruşturma sorularından, ’80 kuşağını hedef alan, son dönemdeki tasfiye çağrılarına ilişkin olarak da, “Bu sert karşı çıkışın nedeni 1980’ler şiirinin sağlam temellere, hayatla organik bağları olan sağlam bir estetik yapıya ve dünya şiiriyle ilişki içinde olmaya dayanan entelektüel bir şiir olmasından dolayı, etkisini artırarak sürdürmesidir. Kendisinden sonra bir şiirin gelişmesi-ne pek fazla olanak tanımamasındandır. (Vurgu benim GG)” Abdülkadir Budak: “80’li yılların öne çıkmış şairlerinde ortak iki özellik görülmüştür: Bunlardan ilki sol-dan gelmiş olmalarına karşın sağla, İslamcı denilebilecek şairlerle buluşma çabalarıdır. ‘Hangi dünyaya kulak kesilmişse ötekine sağır.’ Olmamak düşüncesi gide gide edebiyatta (şiirde) sağ-sol ayrımını bu şairler eliyle kaldırdı. Sivas şoku bir an için bu arkadaşları ‘es-ki kıstaslarına’ döndürdüyse de çabuk geçti bu. (…) Dikkatlerden kaçan ikinci özellik ise daha ilginçti. 80’li yıllarda ortaya çıkan, biraz öne çıkan her şaire Necatigil Ödülü verildi. Bu ödülün tarihçesi bu kuşağın da tarihçesidir bir bakıma.” diyerek ilginç bir bakış sunuyor. Metin Cengiz Türk şiirinde akımlar olmadığını, modernizmin gelişme sürecinin yaşandığını savladıktan sonra, İkinci Yeni’de biçem+mecaz olan egemen öğenin, İkinci Yeni’ye “hakkını vermiş” 1980’li yıllar şairlerince, biçem+imge’ye dönüştürüldüğünü yazıyor. “Şiir insanın ‘benlik tasarımı’dır çünkü: bireyin, irade-i cüziye olarak insanın kişisel ürünü.” diyen Hüseyin Ferhad herhalde en şiirsel ve farklı yanıtların sahibi: O’na göre, Homeros’la günümüz şairi arasındaki fark yalnızca “konu”, “lisan” ve “deneyim”dir. Ne kadar önemli olsalar da Türk şiirindeki hiçbir usta ad tek başına Türk şiirinin “ilk hudut taşı” sayılamaz. Aksi halde Türk şiiri çoraklaşır. Ancak, “(…) bugün yazılan şiir okunamamaktadır, poetik maceramızdaki yeri, önemi tespit ve teyit edilememektedir. Kimse farkında değil: imge, imgecilik miadını doldurmuş-tur, İslam’ın, panTürkizm’in, Marksizmin yüzümüze kapattığı bütün kapılar kırılmıştır.” Ali Günvar yine tanıdık bilgi yanlışları içinde bir yanıt dizisi sıralamış. “Alman Nazi ideolojisi” ile Türkçenin özleştirilmesi yönündeki devrimci atılım arasında ilişki kurma çabası tek sözcükle felaket. En esprili/megaloman/bunalımlı yanıt Lale Müldür’den gelmiş, kısa ve öz: “Ben en başta Türkiye’de, daha sonra aşağı yukarı bütün Avrupa merkezlerinde ve Amerika’da (ama nedense daha Doğu’da değil), yeteri kadar tanınan bir şairim. Tanınmamak üzerinden hareketle kurulan bir tartışmada yer almam.” Soruşturmada değil ama dosyada yer alan en önemli yazı Metin Celâl’in Günümüz Türk Şiiri İçin Tartışma Soruları başlıklı yazısıdır. Gerçekten nesnel, özenli, ayrıntılı, şiir tarihimizi aydınlatan bir çalışma kazandırmış okura, dikkatle okunmalıdır. Genç kuşak şairlerin yanıtları da fikir verici analizler olarak yer almış dosyada.
Bu bağlamda Le Poète Travaille’in, büyük emek ürünü olan, İlhan Berk Şiiri, Şiir-Resim İlişkisi, Şiir-Sinema İlişkisi, Düzyazı Şiir başlıkları altında yayımladığı dosyaların ardından, yeni yayımlanan Felsefe Burcunun Dingin Sesi: Şiir başlıklı şiir-felsefe dosyasını; ayrıca Üç Nokta’nın Kasım-Aralık 2005 sayısında düzenlenen Taşrada ‘Merkez’ Hazırlıkları adlı özel sayıyı da belirtmek gerekiyor. Ayrıca Üç Nokta’da Orhan Alkaya’nın ’80 poetikası üzerine yazısı çok öğreticiydi.
Yeni sömürgeci saldırı şiirde etnisitenin, dinsel geriliğin, sanayi toplumu öncesi kimliklerin etkilerini güçlendirdi. Oysa şiir özgürlükçüdür, doğası gereği ilericidir. Şiir derebeylik ilişkilerinin övgüsünü üstlen-memelidir. Cemaat ve kabile zorbalığına karşı bireyi ve gerçek özgürlüğü yüceltmelidir. Şiir ulusları atomize etmenin, bu amaçla tertiplenen Balkanizasyon operasyonlarının aracı olmamalıdır. Çünkü şiir çoban yıldızıdır. Bütün yanlışlardan sonra doğruyu bulacağımız kaynak şiirdir.
Toplumumuzda dergi, gazete, kitap okuma oranları belliyken, varolan kültürel yapıları acımasızca eleştirmek de doğru değil belki de. Şunun şurasında kaç kişi kaldık ki zaten. Türküdeki gibi, “Üç beş kişi kalmış türkü diyenler / Al üstüne yeşil donu giyenler / Kıl kara çadırda geçmiyor günler / Bunun için bozgun öter telimiz”. Şiire ilgisizliğin altında, yapılabilecek en iyi işlerin, yazılacak güzel şiirlerin bile iyileştirmekte zayıf kalabileceği, kültürsüzleştirilmiş toplum gerçeği yatıyor. Şu da gerçek ki, Türk şiiri öyle kolay sarsılmayacak, azımsanmayacak bir birikime ve geleneğe dayanıyor. O nedenle kişi, daha iyisinin olabileceğini biliyor, olanaklarını seziyor.
Kuşatılmışlık durumundayken meleklerin cinsiyetini tartışmayalım istiyoruz. Yitirdiğimiz ustalarımız, yaşayan ustalarımız Türk şairlerinden bunu bekliyor.
ŞİİRİN KENDİ ÖZEL GÜNDEMİ:
Utku ÖZMAKAS’ın Poetika Sözlüğü
http://www.aralikedebiyat.com/siirin-kendi-ozel-gundemiutku-ozmakasin-poetika-sozlugu.html
YAZININ BİR BÖLÜMÜ ALINTIDIR
‘80 Kuşağı: İkinci Yeni’nin dile ilişkin “hassasiyet”i ve “gelişkin ilgi”si; dilin bir araçtan çok, amaç olarak ele alınması; özellikle 80’li yıllarda yazılan şiirin ana gövdesi tarafından tamamen yerle bir edilmeye çalışıldı. Türk şiirinin bu dönemde hada çok yaşanan tarihi olaylara bşr yanıt olması, mutlaka öyle söyleyeceksek bir isyan olması beklenirken bunun yerine Türk şiirinde “plastik duyarlılık”ların öne çıktığı bir dönem görüldü (57). Bkz. Haydar Ergülen.
'90 Kuşağı: “Doksan Kuşağı” içerisinde sayılabilecek Ali Hikmet Eren’in, Hakan Arslanbenzer’in, Selim Temo’nun, Devrim Dirlikyapan’ın, Kuvvet Yurdakul’un, Didem Madak’ın, Tuna Kiremitçi’nin, Zafer Ekin Karabay’ın, Murat Menteş’in, Can Bahadır Yüce’nin, Tarkan Çeper’in, İdris Özyol’un, Alper Çeker’in ve Ayhan Kurt’un kuşağının içinde neler yaptıkları, antolojiye neler kattıkları, şimdilerde şiirleriyle nerede durdukları soru konusu olarak önümüzde durmaktadır (52).
2000’ler Kuşağı: “2000 Kuşağı”nda dikkati çeken bir olguyu ortaya koymak istiyorum. “2000 Kuşağı”nda dikkati çeken özelliklerden biri “kadın şair/şair kadın” sayısının artmasıdır (38). Bkz. Kadın Şair/Şair Kadın.
Kadın Şair/Şair Kadın: “2000 Kuşağı”nda dikkati çeken bir olguyu ortaya koymak istiyorum. “2000 Kuşağı”nda dikkati çeken özelliklerden biri “kadın şair/şair kadın” sayısının artmasıdır. Bu sayının artışının sosyo-ekonomik ve tarihsel nedenleri başka bir eleştiri çalışmasının, edebiyat toplumbiliminin işidir; ancak bu artışın, şiire yansımasının olumlu olduğunu söylemek gereklidir. Önemli olanın cinsiyet değil şiirin niteliği olduğunu düşündüğümüzde kadın şairlerin, sosyal bir genişleme alanı olarak “toplumun kadınlık algısını” içeriden ve dışarıdan yansıtan ürünler verdiğini görebiliriz:
Nilay Özer
Hayriye Ünal
Esma Toksoy
Aslı Serin
Zeynep Arkan
Serap Erdoğan
Betül Dünder
Petek İrdam
Esra Elönü
Fatma Çolak
Eren Aysan
Esra Kocaman
Gonca Özmen
Hilal Karahan
Melek Arslanbenzer
Nigar Okyay
Özlem Sezer
Ayşe Sevim
Yaprak Öz
Deniz Tuncel
Betül Yazıcı
Zeynep Köylü
Ela Akalın–devamlılık gösteremeyen-
Emine Mutlu -henüz yazdıklarına şiir diyemeyeceğimiz yine de kapıları zorlayan-
Emel Güz –dikkatimi çeken-
gibi isimler odağa alınarak ciddi bir çalışma yapılmasının sanırım zamanı geldi de geçiyor (38).
(Bkz. 2000’ler Kuşağı.)
GÜNÜMÜZ TOP TEN KADIN ŞAİR LİSTELERİ:))
İLHAN KEMAL
"ÖTEKİLERİZ KÜLTÜR SANAT GİRİŞİMİ YÖNETİCİLERİNDEN İLHAN KEMAL'DEN SIRADIŞI BİR ÇALIŞMA, BİR İLK: TÜRKİYE'DE YAYIMLANAN ONLARCA DERGİ VE ŞİİR KİTABI TARANARAK OLUŞTURULMUŞ, GÜNÜMÜZ ŞİİRİNİN 109 ÖNEMLİ BAYAN TEMSİLCİSİNİN İSİMLERİNİ BİRARADA GÖREBİLECEĞİNİZ TEK LİSTE..."
www.otekileriz.com/net
1. AZİME AKBAŞ
2. AYLİN ANTMEN
3. ARİFE AKTAŞ
4. AYNUR DURSUN
5. ASLI DURAK
6. AYTEN MUTLU
7. ASLI TAŞDEMİR
8. AYŞE KESKİN
9. ARZU ÇUR
10. AYŞE MÜŞERREF KOT
11. A. ÜMRAN ERSİN
12. AYŞE NALAN
13. AYLİN GÜNAY
14. AYDANUR SARAÇ
15. ARZU KARADAĞ
16. ARİFE KALENDER
17. ARZU K. AYÇİÇEK
18. ASLI SERİN
19. ASUMAN SUSAM
20. AYBALA SARIÇİÇEK
21. AYNUR ÖZBEK ULUÇ
22. BETÜL AKDAĞ
23. BETÜL DÜNDER
24. BETÜL YAZICI
25. BETÜL TARIMAN
26. BERNA OLGAÇ
27. BEDRİYE KORKANKORKMAZ
28. BURCU YAPRAK
29. BİLGE PALAZ
30. BEJAN MATUR
31. BİLSEN BAŞARAN
32. BİRHAN KESKİN
33. BERRİN TAŞ
34. BENGÜ ÖZSOY
35. ÇİĞDEM SEZER
36. ÇAĞDEŞ KEÇECİ
37. DİDEM MADAK
38. DENİZ DURUKAN
39. ELİF SOFYA
40. EMEL GÜZ
41. EMEL İRTEM
42. EBRU ÇAYIR
43. EREN AYSAN
44. ESRA GÜZELİPEK
45. FATMA NUR
46. FİLİZ BEDÜK
47. FATMA ESEN
48. FATMA KILIÇ
49. FAİKA SARP
50. FERAY BALABAN
51. GÜLSÜM A.
52. GÖZDE KURT
53. GÜLÜMSER ÇANKAYA
54. GÜLTEN AKIN
55. GÜLSÜM AKYÜZ
56. GÜLSELİ İNAL
57. GONCA ÖZMEN
58. GÜL ÇİMEN
59. HİLAL KARAHAN
60. HAYRİYE ERSÖZ
61. HAYRİYE ÜNAL
62. HASİBE SÖNMEZ
63. HALİDE YILDIRIM
64. HARİKA UFUK
65. HÜLYA KARAASLAN
66. HÜLYA DENİZ ÜNAL
67. HANDAN TUNÇ
68. HATİCE GÖKSU
69. İDİL BERF
70. İSMİHAN TENGİRŞEK
71. İLKNUR ÇARKCI
72. İKRİME KARA
73. LEYLA ŞAHİN
74. LALE MÜLDÜR
75. MÜESSER YENİAY
76. MİNEGÜL SOLANER
77. MELTEM DENİZERİ
78. MÜNEVVER DUVER
79. NURDURAN DUMAN
80. NESLİHAN SU
81. NESİBE İLARSLAN KARAGÖZ
82. NESRİN KÜLTÜR KİRAZ
83. NİLAY ÖZER
84. NİGAR OKYAY
85. NEVRA ÇAĞLAYAN
86. NURTEN TURHAN YÜKSEL
87. NALAN BARBAROSOĞLU
88. NİLGÜN MARMARA (MEKANI ŞİİR OLSUN)
89. OYA UYSAL
90. ÖZLEM TEZCAN DERTSİZ
91. ÖZLEM MUTLU
92. Özgür HATEM
93. PELİN ÖZER
94. PERİHAN BAYKAL
95. PELİN ONAY
96. SEVGÜL ÇİFTÇİ
97. SİBEL TALAY
98. SÜREYYA FİLİZ
99. SERAP ERDOĞAN
100. SİBEL SERİNSU
101. SENNUR SEZER
102. SELMA AĞABEYOĞLU
103. SERAP İNCEGÜMÜŞ
104. TUĞBA SEMA BALCI
105. TÜRKAN YEŞİLYURT
106. ZEYNEP KÖYLÜ
107. ZÜLEYHA SEMİRAMİS
108. ZERRİN TAŞPINAR
109. ZEYBEP UZUNBAY
"GARİP" YAZAN BİR "KİRALIK KALEM":
SABAHATTİN ALİ
METE KAYNAROĞLU
Edremit Körfezinden Edebiyat izlenimleri – 4 http://www.siirakademisi.com/forum 28.12.200928-12-2009, 17:40
Türk Edebiyatının önemli isimlerinden biri de Sabahattin Ali’dir. Yaşamının bir bölümümü Edremit’te geçirmiştir ünlü yazar. 1921 yılında babası piyade yüzbaşısı iken görev nedeniyle buraya gelir. Öğrenimine burada da devam eder. O sıralar İzmir ve bölge Yunan işgali altındadır. Ancak babası o sıralar maaşını alamadığından çok sıkıntılı günler geçirmişlerdir. Daha sonra ilkokulu Edremit’te bitirdikten sonra Balıkesir öğretmen okulunda yatılı olarak okumuş, bilahare İstanbul Öğretmen Okulundan mezun olmuştur. Edremit yazarımızı etkileyen bir taşra kentidir. İleride ünlü “Kuyucaklı Yusuf” adlı romanında kahramanlarının Edremit’teki yaşadıklarını anlatacaktır. Türk romanındaki ilk toplumsal gerçekçiliğin izlerini taşıyan roman bir bakıma o dönemin gelişmiş “Anadolu kenti” sayılan bu yerleşim yerinin insan ilişkilerine biraz da eleştirel gözle bakacaktır.
KİRALIK KALEMİN ŞİİRİ
ben kiralık kalem buradayım
yazdığımdan öğrendim yaşadığımı
bu kurşun, bu nereden girmiş niyazi sayın sandığı
ısırıklarla abanırdı kapağıma kocacığım bir yaşam
acıktım dişledim her sözü söylemediğiniz
için öğrenmediğiniz yerinize götürdü ateş
yakardı sahilde şiiriniz sahi şairdiniz siz
avcunun damarıyla emzirdi ağzımı kapatan
çağrılmayan yolcuydum konuşmazdık uyur uyanıp
kasırgaların oynaşıydı aklım bir de dalgınların
sanırım harftim sanırım insan ağlamaklı akşam akşam
aşk sandım her çatırtıyı kendime katlanırken
ben kiralık kurşun kalem
Hilal Karahan / Mayıs 2003 - Ankara /
ISLIK /Ocak/ Şubat 2004 sayısı. Yıl 6 sayı 19
“GARİP”
Onun adını vererek başlattığı bu edebi akımın aslında muhteviyatı; onların yazdığı şiirlerin günün aydınları tarafından “garip” yani “acayip” karşılanmasında yatar. Şairde onlara ve edebi severlere anlatılmak üzere bu adda kitabının ilk önsözünde uzun uzun bunu anlatır. Ben ise onun bu anlatımından, bizim toplumsal yaşam sürecinde, şairin yaşadığı o günün koşulları içinde de ele alarak bu “garip şiir yazma” akımının aynı zamanda bir tür “garipçiliği” de beraberinde getirdiğini vurgulamak istedim. “…Oysa benzetiden (teşbihten) ve iğretilemeden (istiareden) kaçan gördüğünü herkesin kullandığı sözcüklerle anlatan adamı, bu günün aydın kişisi, garip saymaktadır. Yanılgısı, türlü sapıtmalara varılmış bir şiir anlayışını kendine çıkış noktası yapmasıdır. Yazının ortaya çıktığı günden beri yüz binlerce ozan gelmiş, her biri binlerce benzeti (teşbih) yapmış. Hayran olduğumuz insanlar bunlara birkaç tane daha eklemekle acaba edebiyata ne kazandıracaklar? Benzeti, iğretimle, abartma ve bunların araya gelmesinden oluşacak bir düşsel zenginlik, umarım tarihin aç gözünü artık doyurmuştur” (*)
Şairin ikinci önsözünde yapmış olduğu ve benim yukarıda aktarmasını yaptığım alıntı ile birlikte ele alındığında görülecektir ki; “gördüğünü herkesin kullandığı sözcüklerle anlatan ve yıllardan beri yalnız kalan ve güçlü olmasını öğrenmeye çalışan ve yine kendisi gibi acı çekenlere bir aktarımda bulunan yalnız adamdır” şairimiz ve onun felsefi izdüşümü. O, o güne kadar parlak sözcüklerle “güzellikleri” anlatan yazın adamlarına karşın, acayip şiirler yazan garip ve günlük sözcüklerle günlük yaşamın içindeki garipliği ve yoksulluğu ya da yoksunluğu anlatan “garip” bir şairdir.
“ Edebiyat tarihinde pek çok biçim değişiklikleri olmuş, yeni biçim, her defasında, küçük garipsenmelerden sonra kolayca kabul edilmiştir. Güç kabul edilecek değişiklik, beğeniye ilişkin olanıdır. Böyle değişmelerin pek seyrek olduğunu; üstelik böylece ortaya çıkan edebiyatlarda da her şeye karşın değişmeyen, yine sürüp giden, hepsinde ortaklaşa olan bir yan bulunduğunu görüyoruz. Bugüne kadar burjuvazinin malı olmaktan, yüksek sanayi döneminin başlamasından önce de dinin ve feodal sınıfın köleliğini yapmaktan başka hiçbir işe yaramamış olan şiirde, bu değişmeyen yan, varlıklı sınıfların beğenisine seslenmiş olmak biçiminde beliriyor. Varlıklı sınıfları, yaşamak için çalışmaya gereksinimi olmayan insanlar oluşturur. O insanlar geçmiş dönemin egemenleridirler. O sınıfı temsil eden şiir, layık olduğundan daha büyük kusursuzluğa erişmiştir. Ama yeni şiirin dayanacağı beğeni, artık azınlığı oluşturan o sınıfın beğenisi değildir. Bugünkü dünyayı dolduran insanlar, yaşamak hakkını sürekli bir didişmenin sonunda buluyorlar. Her şey gibi şiirde onların hakkıdır, onların beğenisine seslenecektir. Bu söz konusu kitlenin istediklerini eski edebiyatların gereçleriyle anlatmaya çalışmak da değildir. Sorun, bir sınıfın gereksinmelerinin savunusunu yapmak olmayıp yalnızca beğenisini aramak, bulmak, sanata onu egemen kılmaktır…” (**)
Bu felsefi düşünceler elbette o günün Avrupa’daki edebiyat ve fikir adamlarının da düşünceleri olabilecektir. Ama bizim şairimizi kendine özgü kılan o günün Türkiye’sinde yaşanan koşullardır. 1935’lerden itibaren şiir yazmaktadır şairimiz ve o yıllarda Cumhuriyet yeni kurulmuş Osmanlı saltanat egemenliğinin getirdiği yazın türü hala egemen biçim olmasını sürdürmektedir. Arıca; toplumsal yaşam içinde de sınıflar bugünkü gibi yada Avrupa’daki gibi belirginleşmemiştir. Şairin gözünde “egemen sınıf” şiirinin beğenisi o günün koşullarındaki egemen sınıf olarak görünen biçimi ile saltanatın yarattığı egemenliğin beğenisidir. O yüzden şairimiz Avrupa’dakiler gibi bir sınıf bilinci perspektifinden bakmayacak gelişen güçleri de görmeyecektir. Onun döneminde bürokrasi ve tek partili dönem egemenliği esas olan güçtür. Bizim toplumumuzda burjuvazinin beğenisi henüz şekillenmemiştir bile o dönemlerde. O yüzden o, şiirinde beğeni yaratmak istediği hedef kitle olarak sıradan ama önüne gelen insanı hedef almıştır. Onun ikili “garipliği” burada yatmaktadır. Bu duruma denk düşen Fransa değildir. Burjuvazinin beğenisinden kendi marjinallikleri ile koparmaya çalışan Fransız şairlerinin şiirin dilindeki değişimlerinden etkilenen bizim şairlerimizin beğenisine sunduğu hedef kitle İstanbul’un, Anakara’nın İzmir’in mahalle aralarında yaşayan küçük burjuvalardan oluşan memur, esnaf emekli meslek sahibi vs insanlardır. Onlar gördüklerini o yüzden günlük dille anlatırlar.
“Bu söyleyiş biçimine bizi sözcükler getirmiştir. Fakat şiir beğenisini, şiir anlayışını bugünkü toplumdan alan insan çoğu kez karşı yönden yola çıkmakta, yani o sözcüklerden önce şairaneyi tanımaktadır. Bu söyleyiş biçimini getirebilecek sözcüklerden oluşmuş sözlük; yazarken şairane olmak isteyen, okurken da şairaneyi arayan insanın kafasında zorunlu olarak ortaya çıkar. O sözlüğün çerçevesinden kurtulmadıkça şairaneden kurtulmaya da olanak yok. Şiire yeni bir dil getirme çabası, işte böyle bir kurtulma isteğinden doğuyor. “nasır” ve “Süleyman efendi” sözcüklerinin şiire sokulmasını sindiremeyenlerse şairaneye katlanabilenler, hatta onu arayanlar, hem de özellikle arayanlardır. Oysa
İnsanlar
Ne kadar severim o insanları!
O insanlar ki, renkli silik
Dünyasında çıkartmaların
Tavuklar, tavşanlar ve köpeklerle beraber
Yaşayan insanlara benzer.(****)(****)
Sabahattin Ali, Bütün şiirleri / Can yayınları- 1982
SUYA DUA
1/
tanrının sesine uyanır,
elinizle suladığınız akşam
elinizle suladığınız akşam
sefası, soluğunuzu özlemiş.
2/
türk işi gölgeler işler
batan güneş,
tirşe göllerinize.
3/
masadan kalkınca
kokunuz, hesabı öder
çakırkeyif bulut.
4/
dökülünce saçlarınız
omzunuza, uzar
boynunuz:
aramızda büyür,
bir bataklık.
5/
sarılınca polenlere,
gömleğinizi çözer,
bir arı kuşu.
6/
üşüyünce yağmuru
kollarınızla sarıp,
kucağınızda ısıtırsınız.
7/
ayağı yorgana sığmayan,
hesapsız ırmaklar
sizinle uyur her gece.
sizinle uyur her gece.
8/
çalıların altında sabahlar,
evinize gecikmiş
bir gece.
9/
hiç durmadan dönüyor
girdap, dönsün,
parmak izinizde--
ELİZ, 23, Kasım