18 Mayıs 2010 Salı

ŞİİRİN OMURGASINI NASIL KURU-YORUM? ŞİİRİN YAZILMA/YANILMA SÜRECİ

ŞİİRİN OMURGASINI NASIL KURU-YORUM?
BU YAZININ İLK ŞEKLİ KÜL DERGİSİ'NDE YAYIMLANMIŞTIR...

 

Şiir yazmayı bir cehennem olarak adlandırır İ. Berk. Her şairin sözcüklerin arasına sıkıştığı bir an vardır ki hakikaten cehennemi yaşamak gibidir. Hiç kimsenin şaire yardım edemediği, şiirin omurgasına müdahalenin bir kambur gibi durduğu doğrudur. Şiirin yazılma/yanılma süreci ya da şiirin omurgasının nasıl kurulduğuna dair bir yazı yazmam istendiğinde, önce uzun uzun düşündüm; sonra çocuklar gibi kendime güldüm: İnsanın en çok güldükleri, bir dönem en çok düşündükleri değil de nedir?

Şiir yazmak, biçimsel-kurgusal bir kaygı olarak olmasa bile, anlayış-yaklaşım biçimi olarak düz yazı mantığından kurtulmayı şart koşar: Şiirsel bir metinde tümcelerin yan yana yazılmasıyla, alt alta dize şeklinde yazılması, şiirsellik bağlamında bir fark yaratmayabilir; düz yazı tuzağına her zaman düşmeyebilir düzyazı şiir. Ancak düzyazı şiirde ya da düz yazı olarak düzenlenmiş bir şiirsel metinde uyaklı, ölçülü, işini kolaylaştıran bir ritmi reddeden şairin dansettiği yüzey çok keskindir; ustalık gerektirir:


neredeyse geceydi, yürüdü yüzünü yaşlı ev. gücünü
küçümsemişti yorgunluktan, yolun kuytusunda kudurmuş
otlar. her şehre aynı sokaktan girerdi yabancılar. henüz
saçını sarıyorken deniz, bu hırlayan, hıncahınç gökyüzü
müydü ayın damarlarını suya sallayan? yüzeyde bırakıp yağlı algıları,
boz-bulanık, zamanın ve mekanın bu eriyiğinden sapsız
bir acıydı dibe çöken, yapayalnız... hâlâ vakit vardı,
hiç kimseye duyurmadan, usulca ve çok saklı yürüdü
şakaklarına, pervazda sallanan acaba kim bir anlam
. (1)

Düzyazı şiir olarak kurgulanmış bu şiirsel metinde, tümcelerin yan yana yazılması, metne çok anlamlılık kazandırdığı gibi, sözün dehlizinde küflü bir gizemi de büyütür. Metinde yer alan tümceler, alt alta dizeler şeklinde yeniden düzenlenirse,

neredeyse geceydi, yürüdü yüzünü yaşlı ev.
gücünü küçümsemişti yorgunluktan,
yolun kuytusunda kudurmuş otlar.
her şehre aynı sokaktan girerdi yabancılar.
henüz saçını sarıyorken deniz,
bu hırlayan, hıncahınç gökyüzü müydü
ayın damarlarını suya sallayan?
yüzeyde bırakıp yağlı algıları, boz-bulanık,
zamanın ve mekanın bu eriyiğinden
sapsız bir acıydı dibe çöken, yapayalnız...
hâlâ vakit vardı, hiç kimseye duyurmadan,
usulca ve çok saklı yürüdü şakaklarına,
pervazda sallanan acaba kim bir anlam
.

şeklini alan metindeki çok anlamlılığın ve gizemin azalacağı görülür. İlk haliyle, “yorgunluktan gücünü küçümseyen” özne hem yaşlı ev, hem de otlar olabilecekken, diğer haliyle bu özne sadece otlarla sınırlanmış olarak algılanır. Şiirin ikinci şeklinde kullanılan nokta işareti ve bir diğer dizeye alt satırda başlanması, zihinde bir sınır oluşturur. Yaşlı evin yürüyüşünde başlayan zihinsel sahneleme yok olur bir anda...

her şehre aynı sokaktan girerdi yabancılar.” tümcesini, “henüz” sözcüğünün takip etmesi, tümceye bir bitmemişlik duygusu kazandırdığı gibi, arkadan gelene merak uyandırır: Yabancının şehre girmesi, evin yürüyüşü, evin yüzünü yürüyüşü ve şehre hep aynı sokaktan girilmesi, öznenin kendi içinde bir yürüyüşü olduğunu anımsatıyorken, birdenbire bıçak gibi saplanır bu tuhaf “henüz” öznenin algılanışına... Ayrıca “henüz” denizin saçını sararken gökyüzünün hırlaması, hazırlanılmamış bir hesaplaşmayı da çağrıştırır. Peki, tüm bu yan anlamları/ara sokakları metnin diğer halinde görebilir miyiz? Eh işte, iç güveysinden hallice...

İlk metinde derinleşen kim diye sorulabilir: Hesaplaşma mı, acı mı, deniz mi; yoksa ev mi yürür kendi içine adım adım? İkinci metindeyse yalnız acıdır dibe çöken. İlk metinde, “hiç kimseye duyurmadan, usulca ve çok saklı” yürüyen, yüzüyle (belki yüzleriyle) hesaplaşan ev yaşantısıyken, yani bir insanın mahremiyken ve aslında paragrafın en başına dönülüyorken bu sözcük oyunuyla; metnin diğer halinde yürüyen, sadece kuru bir anlamdır! O halde düz yazı olarak kurgulanmış şiirsel bir metin, kırık uçlarıyla her yöne filiz verebilir ve dizelerin bölünmesi, söze yaldızlı bir sunak olabilir.

Bir başka önemli konu da, şairin hiç kimseye benzemeyen bir üslûbu ve ritmi şiirine yerleştirmiş olmasıdır. Hemen her şeyin yazıldığı ve hemen tüm imgelerin kullanıldığı şu 2000li yıllarda, elde kalan son erzakla iyi şiir pişirmelidir şair. Örneğin, defalarca yazılmış/ufalanmış bir sözcük-durum olan “şafak”, usta bir elde yepyeni bir imgeye dönüşebilir:

:kabarıyor kent. diliyle yokluyor son kez
kulağını yosma gece: ısırıklarla uyandırıp
kenti ıslak, uyumaya gidecek sıcak
yatağını bırakıp ete aç güne
. (2)

Özgünlüğünün yanı sıra, yukarıdaki şiirsel metnin iç uyaklarından, ses uyumlarından da söz edilmelidir: kabarmak-kulak-ıslak-sıcak-yatak sözcüklerinin “-ak” uyağı ve “ı” ile “k” harflerinin özellikle çok kullanılması, şiire sert bir ritim kazandırır. Alkol kokan bir kovboyun, bir otel dilberiyle gecesinin bitişini anımsatan bu dizeler, hissedilen o acımasızlığı belki de böyle sert bir ritimle verebilir. Şiire iki noktayla başlanması da, şiirin şafağın bir tanımı olması açısından üzerinde durulması gereken bir durumdur.


Şiirde bir diğer önemli konu da, b o ş l u ğ u n dizeler arasına nasıl yerleştirileceği ve dizenin nasıl y a l n ı z bırakılabileceği sorunudur. Gerekirse sözcük tek bir sayfayı kaplayabilmeli, tüm metinden ve takip eden dizelerden ayrı kalıp, kafasını dinleyebilmelidir. Okuyan, sözcüğü o yalın/yalnız haliyle sevecek ve öyle ki okuduğunu boşluğun belirlediği bir duygu durumla algılayacaktır. Dizeler arası boşluk, şiirin omurgasına gerekirse r a k a m l a r l a, gerekirse y a n a k a y d ı r m a larla eklemlenir:


1/
gecenin en mahrem anları
sevginin kabaran gövdesi

2/
öpüşün izini sürer
düşürülmüş bir koku

3/
soluk
rüzgarını cebinde taşır

kulak memesinden boynun kuyusuna
yuvarlanır
dikkatsiz bir fısıltı

ten, soluğun her haline hazırlıklıdır

4/
eski sevgililerin teğet geçtiği
iç içe iki çember
tenin cismi ve rengi

bu yüzden kalabalıktır
sevişmeler

5/
insan
kuyruğunu kemiren yılan

6/
insana dair ne varsa
kabullenilir
ne yoksa

bir yerine gelir ki gece
(3)

Kitapta “ten, soluğun her haline hazırlıklıdır”, “insan/kuyruğunu kemiren yılan” ve “bir yerine gelir ki gece” dizeleri sayfada tek başına bırakılmıştır. Sayfada yalnız bırakma, ya da bir şekilde dizeyi metinden ayırma, güçlü dizeye daha çok dikkat çekeceğinden, şiirin cesaretini ve özgünlüğünü arttırır. Dize bazen o kadar güçlü olur ki, tek dize bir şiir olabilir:

VEDA
seni seversem gürültü olur
(4)

İç konuşma kolâjları şiire lirik bir yapı kazandırabilir. “Genç kızlar sevda şiirleri severler” der C. Süreya. Vazgeçemediğimiz sevda şiirleri belki en güzel iç konuşma kolajlarının kullanıldığı bir metinle kurgulanabilir:


sakin bir kasım kımıldıyordu dışarıda: otların
gürültüsünden ürküyorlardı, korkunç ürküyorlardı
musluk damlasa, ayağı kaysa bir çekirgenin. çıldırmış
rüzgârın kasıklarında çatlıyordu aç
bıraktığı ağaçlar. ne söylediğinden değil,
nasıl söylediğinden etkileniyordu kadın:
konuşmuyordu da sanki sıcak bir somunu
ortadan ikiye ayırıyordu: “eski aşklarıyla başka
bir yaşamı olabilir mi insanın? hadi, esirgeyin
tedirginliğinizi, yanıltın beni!” korkuya
alışmıştı kadın, geri dönemezdi.

uzun uzun topladı saçlarını:
yokken sevildiniz siz, hiç olmadığınız kadar,
bilmeseniz gider miydiniz?” eski kentlerini
dolaştı yüzünün ve merak etti: “başlangıcı sonucundan
tanıdığımız yıllar mıydı? akrep ve yelkovanın terazisi
sanıyorduk dengeyi.” belli belirsiz gülümsedi,
ışıdı çocuk dişleri: “delirdikçe öğrendim MU,
tahterevalliyi seviyordu zaman
ve ağrı hep ağır geldi
." (5)

Şiirin yazılma sürecini anlatmaya çalıştığım bu yazıda şiirimi kurarken dikkat ettiğim belli başlı özellikleri belirttim. Yine de dize nasıl oluşur, ses uyumunu ve uyaklarını korumanın dışında, sözcük nasıl seçilir anlatabilmek çok zor. Şu bir gerçek ki, “şiir bir kuyumcu elidir” (6); dizenin o ilk ham halinin üzerinde hayli çalışmak gerekir: Çünkü şiir yıllanmış şarap gibi tadını bulur... Bu nedenle şiirin son-pişmiş hali esinden, ilhamdan ve imgenin esnekliğinden daha çok, şairin üslûbuna bağlı değişir.

________________
1---“Yürüyüş”, GİZ VE SİS, Hilal Karahan, 1. Basım, Kül yay., Kasım 2004, Ankara, sayfa 10.
2--- “Şafak”, GİZ VE SİS, Hilal Karahan, 1. Basım, Kül yay., Kasım 2004, Ankara, sayfa 23.
3--- “Geceye ve Sevgiye Dair Farkındalıklar”, TEPENİN ÖNÜNDE, Hilal Karahan, 1. Basım, Kül yay., Mayıs 2003, Ankara, sayfa 41.
4--- “Veda”, TEPENİN ÖNÜNDE, Hilal Karahan, 1. Basım, Kül yay., Mayıs 2003, Ankara, sayfa 37.
5--- “Ex Duhul”, GİZ VE SİS, Hilal Karahan, 1. Basım, Kül yay., Kasım 2004, Ankara, sayfa 65.
6--- “Şiir”, İÇ SÖZLÜK-BİR GÜNÜN ÖZETİ, Hilal Karahan, 1. Basım, Kül yay., şubat 2003, Ankara, sayfa 47.