28 Mart 2011 Pazartesi

SANMIŞTIM Kİ GİDERSEM DÖNEBİLİRİM : GÖRÜŞÜN ZORUNLU VE TEHLİKELİ YOLU ÜZERİNE BİR DENEME

SANMIŞTIM Kİ GİDERSEM DÖNEBİLİRİM :GÖRÜŞÜN ZORUNLU VE TEHLİKELİ YOLU ÜZERİNE BİR DENEME

Hilal KARAHAN, Le Poete Travaille, Sayı:10, Mayıs-Haziran-Temmuz 2004

         1/
         Uzun, hızlı, girdaplı bir tek yöne yolculuğu anlatan bir şiirin ilk dizesini1 okuduğumda düşünmüştüm ilk kez, görüşün (vision) şair için ne denli zorunlu ve tehlikeli olabileceğini... Tehlikeli olduğu kadar zorunlu ve zorunlu olduğu kadar da tehlikeli... Yaratının şairi kendi sezgisinden yapılmış, aşılmaz bir tepenin önünde bıraktığı, sözcüğün o en mahrem anlarında şairin yapayalnız kaldığı, yıprandığı; buna rağmen hâlâ görme ve yazma çabası içinde olduğu düşünülürse, gerçekten de şair için zorunlu olmalı görüş. Tüm kareleri beyaz, büyülü bir satranç tahtasında hamle yapmak gibi belki, birbirinin kafasını koparan krallar ve piyonlar arasında yazmak.

         Görüşle şair arasında organik bir bağ olabileceğini düşünüyorum. Biri olmadan diğeri var olamaz gibi, soluksuz ve kuralsız. Neredeyse, görüşün zorladığı bir öğretiye dönüşüyor şairin gövdesi, ağır ve geçtiği yerde iz bırakmayan. Hem bağlı hem de bağımlı şiire. Neden peki bunca esaret ve bu kafesi kendiliğinden, seve seve kabulleniş? Yaratıcıyı, görüşün (vision) ağına ilk düşüren nedir? Aç bir hırsla bekleyen görüş keskin ve tehlikelidir. Geri dönüşsüz, şairi asla aldığı yerde ve gövdede bırakmayacak bu tuzağa zeka niye düşer?

         Şair nerede ve ne zaman girer bu “uzun, hızlı, girdaplı tek yöne”? Dönebileceği bir yer aramayan cesareti mi, yoksa korkuyu merakta kaybetmiş bir kuşku mu elinden tutan; bileklerini kemirerek yazan? Dilini ve coğrafyasını hiç durmadan azaldığı; haritasını, avucuna tırnaklarıyla kazıdığı bir iç yolculukta, —nesnenin içinden nesneyi görüşte: yaratıcılıkta—
salt yolda olduğunu idrak etmek için oyalanır belki insanla. Vardığında, —vardığını idrak edebilirse eğer,— yolun hem başında, hem de sonunda olduğunu artık kabullendiği bir mekana yerleşir yazdığı; kendini neredeyse kabullenir. Ne kendisidir artık ne başkası: Evrenle bütünlenmeye çalışan ama kendisiyle bile bütünleşememiş derin bir iç çekiş.


         2/
         Görülmektir tek zoru sözcüğün:
         Görmeye hükümlü olana,—şaire, yolcuya,— ilk anda duyumsattığı özgürlük sanrısının bedelidir belki de, görüşün dayattığı zorunluluk. Hükümlünün, gördüğünü içselleştirmesi, kendiyi bir içsözlükle2 betimlemesi, içsözlüğünü praksise3 dönüştürmesi gibi tinsel yüklemleri bağrına basar. Her yaratı bir nesnedir, praksistir; nesnesinin içinden görüldüğü ve bilinci, görüşün düğümünden çözüldüğü takdirde yeni bir nesneyi emzirir. Görülme çabasından praksise değin yaratının, göreni, kılıç kınında yol almaya zorunlu kılmasını kısaca özetler Barthes: “Yüz yıldan beri, her yazı,  yazarın kaçınılmaz bir biçimde yolunun üstünde bulduğu şu Nesne-Biçim karşısında bir evcilleştirme ya da geri itme çabasıdır, onu görmesi, göğüslemesi, üstlenmesi gerekmekte, bir yazar olarak kendini yoketmedikçe onu yokedememektedir.”4

         Görüşün, tüm tehlikeli uçlarına ve çıkıntılarına rağmen, şair, her ne kadar tehlikeyle sınırlansa da, içini açığa çıkarmak zorundadır. Yaratıcılığın erki ve yetkesi budur. Prometheus’un ateşini sunmaya kalkışır kağıt sunakta. Gördüğünü, kendi kabında algılayan ve kendi içsözlüğünde anlamlayan şair, sözcüğe dönüp baktığında, onun, kendine paralel fakat hep ayrı durduğunu duyumsayacaktır:

         Şiir iç içe biriken aynalara benzer biraz, şairin tüm olasılıklarını ve olanaklarını zorlayan. Sözcüğün nabzını tutan yüksek devinim halkalarından düştüğünde, zaten hiç aynı yerde olmadığı şiiriyle buluşamayacağını fark etmesi, şairin/yolcunun, kendinin dışında kalması değil midir? Bir esriklik ve eskime hisseder şair bir ‘neredeyim’ dehşetinde ve küflenmeye bırakıldığını duyumsar dehlizlerinde, bu yüksek farkındalık ve zeka boyutunun.
        

         3/
         Sorulması gerekiyorsa eğer, muğlak bir algının kamburunda dengede durup, kıpırtısız bakabilmektir bilmece: “Vücudum (corps) hem görendir, hem de görünürdür (visible). O ki her şeye bakmaktadır, kendine de bakabilir, ve o zaman, gördüğünde kendi görme gücünün “öbür yanını” tanıyabilir. Kendini, gören olarak görmektedir; kendine, dokunan olarak dokunmaktadır; kendisi için görünür ve hissedilirdir”5 diyerek görüşü (vision) açıklayan Merleau-Ponty, görüşün bahşettiği farkındalığın hangi bahtsız yalnızıydı acaba, bir tepeye, bir de düzlüğe bakarken? Yaratı yalnızdır, çünkü yalnızlığı önerir. Sınırı yalnızca olasılığı olduğundan, yaratının bu yalnız uçları tehlikelidir. Yüksek zeka, güçlü irade ve algılarla aşık atacak derinlik yeter mi acaba, göreni “ne olmuşum, ne olmamış”  kıyısına bırakıveren yaratıyla yalnız kalmaya? Bu geri dönüşsüz, asla aldığı yerde ve gövdede bırakmayacak tuzağa zeka niye düşer? Hükümlü kılan nedir yolcuyu, tüm kareleri beyaz bir satranç tahtasında, soru çengellerine takıla takıla kanayan ve ayrışan söz lekeleri olmaya?


         4/
         Evriminin ileri evrelerinde belki, nesnelere bakarken aslında kendi içine baktığını kavrayabilir insan: farklı sandığı nesnelerin aslında benzer olduğunu görebilir. Karate kulüplerindeki karşılaşmaları, planktonun ekosistemini, hani balığını, sardalyeleri, 55 bin fizikçinin iletişim ağını, El Kaide’nin organizasyon yapısını, İsveçli erkeklerin cinsel davranışlarını, Amerikan elektrik şebekesini, web sunucularını, ekosistem ağlarını belki yalnızca ‘görüş’ün evrimiyle kurgulanabilecek ‘ağ teorileri’yle6 açıklayabilir.
         Yaşam yalnızca yaşama bakıştır.
         Belki bir gün kendiyi görebilir ve tinin ilk çekim haliyle konuşabilir şair:
         “Sanmıştım ki: Gidersem dönebilirim.”


KAYNAKLAR:

1           “Sanmıştım ki: Gidersem dönebilirim.” Fa Bemol, Enis Batur, Doğu - Batı Divanı, YKY, İstanbul (Mart 1997, 1. Basım)
2           İçsözlük, ötekinin değillemesi olabilir mi acaba?
3           “Praksis = Söz = İş = Eylem + Düşünce” olarak formüle etmiştir Freire. Acaba bu formül    
             “Görme+İçselleştirme = Görüş = Yaratıcılık = Praksis” şekline dönüştürülebilir mi? (Paulo Freire, 
            Ezilenlerin Pedagojisi, Ayrıntı Yayınları, Çevirenler: Dilek Hattatoğlu, Erol Özbek, 1995,2. Basım)
4           Roland Barthes, Yazının Sıfır Derecesi, sayfa 13, Metis Yayınları, Çeviren: Tahsin Yücel, İstanbul (Mayıs 2003, 2. Basım)
5              Maurice Merleau - Ponty, Göz ve Tin, sayfa 33, Metis Yayınları, Çeviren: Ahmet Soysal, İstanbul (Ocak 2003, 2. Basım)
6              ‘Ağ Teorisi’, Mark Newman, Michigan Üniversitesi Fizik Profesörü, Cumhuriyet Bilim Teknik, 17 Nisan 2004, sayfa 891/17, Çeviren: Nilgün Özbaşaran Dede, Kaynak: Die Zeit 10/2004.