7 Aralık 2010 Salı

YİTİK ANLAM PEŞİNDE: YÜZLEŞMELER VE UZLAŞMALAR KİTABI

YİTİK ANLAM PEŞİNDE: YÜZLEŞMELER VE UZLAŞMALAR KİTABI
KÜL ELEŞTİRİ, SAYI 55, SAYFA 41-43

“Yitik Anlam Peşinde”, Ayten Mutlu’nun* yirmi yıllık şiir hayatında yayımlanmış sekizinci kitabı. Glomerulonefrit nedeniyle kemoterapi ve kortizon tedavisi gördüğü bir dönemde yazdığı “Yitik Anlam Peşinde”, şairin öteki, ölüm ve yaşam kıskacıyla yüzleşmesini, hesaplaşmasını ve nihayet uzlaşmasını kavrayan, anlatı da denilebilecek şiirsel metinlerden oluşmuş. Kitabın ikinci bir ismi daha var: (Saklı Suyun Hazinesi). Karakterinin karanlık dehlizlerinde soluyan yaşama sevinci, o güçlü kadın kişiliği kitabının adına da yansımış ve bir parantez içinde umutsuzluğa başkaldırmış.

Genel olarak Ayten Mutlu Şiiri’ni şaşırtıcı, yer yer rastlantısal kolajlarla oluşmuş bir imge hazinesi olarak değerlendirmek mümkün. Daha önce çeşitli edebiyat dergilerinde yazılmış ve tartışılmış, “kadın şair” ya da “kadın imgesi” gibi elaltı tabirleri hiç onaylamasam da, böyle tanımların kolaycılığıyla şiiri kategorilere ayırmak isteyen bilinç düzeyi için, Ayten Mutlu Şiiri bir çatlak olsa gerek. Kitabın daha ilk sayfasından itibaren okuyanla dans eden felsefesiyle Mutlu, imgelerinin keskinliğinden ve zaferinden sarhoş, okuyanı sözcüküstünde gezinen bir yaratının ayağı dibine bırakıverir: “saf aykırılık, dans eden kan, uyumlulukla aykırılığın arakesiti, ağır leke, haklı olma arzusu, hep çocuk kalacak saydam bir tanrı, tanrısallığa tapınmanın kutsandığı bir geçmiş, uyumsuzluktan doğan bir tanrı, saf ateşin nabzı, kömür ve altın tohumları, gelip geçici güzel duyuşlar için/ nesnelerin saklı yüzündeki saflık, geometrik yazgının kutsal çölü, taşlara yazılan hile, azalışın geometrik hazzı, yitme noktası, hâlâ burada olmanın o lirik tadı, kendi ömrünü taşıyan kadın, toprağın arık yüzü, akan suda devinen zaman, uzlaşma dürtüsü, adlandırma merakı, yakın kılma isteği, sığınabilme ve dinginleşme ihtiyacı, arzunun ışık saçan gemisi, düşsüz bir gezegen tapınağı, kalıcı çizgi, rollerin emanet giysileri, yüreğin çekici, tinsiz ses, kibrin sözleri, bilmenin saf acısı, yıkımın köhne atı, simetrinin saydam mermeri, kardeş bakışı nesnelerin, yalnızlığın do sesi...” gibi özgün imgelerle, insanın farkındalığına yelken açar, şartlanma ve önyargının kafesine sıkışmış bir okuyan.

Altı bölümden oluşan bir “Dans”la başlar kitap. Yaşadığıyla yaşamadığı, geçmişle gelecek, ‘kendi’yle ‘öteki’ arasındadır bu dans: ısrarla ARADAdır!“Uyumlulukla aykırılığın arakesitinde,/ o incecik çizgide,/ o ağır lekedeyim. Ezgisini dinliyorum çığlığın,/ haklı olma arzusuyla örtüşen aykırılığın.” Yazılma ve var olma telaşıyla birbirini sınayan, birbirinin açığını arayan ve ayağını çelen sözcüklerin, iç seslerle dansıdır, kalan günlerinin belirsizliğinden ve içindeki tanrısal uyuma başkaldıran uçlardan dolayı Mutlu’nun tedirgin izlediği… Sıradanlığın sarsıcı gücü karşısında, acının ağırlığıyla ezilir sözcükler; adlandırılma arzusu ve yetişememe telaşıyla vahşileşirler: “Hep çocuk kalacak olan saydam bir tanrının doğum anı bu./ Tanrısallığa tapınmanın kutsandığı bir geçmişin/ genlerini taşıyarak/ yürüyen varlığımın kendine ihaneti./ Aykırılığın tanrısı çalıyor kanımda trampetini./ Yılgının yapışkan rahminden uzanan vantuzlar/ onun soluklarını/ parça parça koparıp ekliyor soluğuma.// İşte dans ediyor o, azalan günlerimle/ uyumun kırılan aynasında.” Hastalıklı bir dönemdedir Mutlu hem yaşama hem ölüme yakın; oysa zaman hızla azalmaktadır: “Yazmalıyım bu sesleri/ (sessizlik korkusunun inleyen zillerini)  (s9-15)

Dans, takip eden şiirsel metinlerde de sürerken anlatıyı, zaman zaman iç konuşma kolajları böler. Yaratılışın rastlantı teorisi ve Hawkins’in zaman teorisine göndermeler vardır her metinde. Sorular, sunulmuş cevaplarla hesaplaşır. Açık uçları vardır her kabulun ve cevaplar yeni sorulardır: “Kimin tek bir geçmişi var?/ (Tanrı’dan başka kimin?) ... Yalnızdım./ Yalnız mıydım?... Kimdim, neydi gördüğüm, ya da görmemek için bakmaktan ürktüğüm ... Ah kaygı, düşlerimi ağırlaştıran senin yapışkan tozların/ değil mi?...” (s13,15,17) “Yolcu” şiirinde, “çul dokuyan kadın”, ya da “tanıdık gelen ses”, nefis bir ironiyle Mutlu’nun, uçurumun kıyısında yaşama tutunuşunu anlatır. Düşleri ve ‘kendi’yle yüzleşmekten korkma arasında gidip gelir Mutlu. Çünkü “Düş, yaşayanın içindeki o ağır sudur.” Kendisi bile olsa, ilk kez yüzleştiği birisi için ne kadar da sıradandır ilk sorular... Ve durmaz yürür Mutlu uçurumun kıyısından. (s17-20)

“Kalacak Olan I ve II”, 5+9=14 bölümden oluşur, (s21-37) “Yolcu” metninin kaldığı yerden devam ediyor gibi başlar:“Belki benden kalacak olan da sadece bir düştür.” Sorular ve cevaben sorular, bilinçaltıyla yüzleşmekten ürkme duygusu, bastırılmış korkuların açığa çıkışı ve parçalanma sahnelenir: “Zihnimdeki her şey durgun bir suyun dibinden yüze çıkıyordu./ Berrak bir gökyüzünden aşağı bakıyordum./ Ellerimde uyanan yeni bir yeryüzüydü sanki... Tozlaşıyordum ve spiral gövdedeki tozlarla ayni hızın/ tutsağı oluyordum./ Her ayrışma ışığın bir parçasını daha yutuyordu ve ben/ her toz zerresinin gölgelerde silinen görüntüsünü acıyla/ izlemekten başka bir şey yapamıyordum.” (s21-23) “Hem içindeydim bedenimin, hem dışında ... Benim olan ne varsa, artık başka bir şeydi ... Ne geçmiştim ne gelecek...” (s24-25) dizelerinde de görüldüğü gibi, bu metne damgasını vuran duygu kendine yabancılaşma, zamanın yok olması, zihindeki yüzlerin silikleşmesi, sınırların kalkmasıdır. Çarpıcı görsel imgeler ve yer yer iç konuşma kolajlarıyla organik yapıya katılmış işitsel imgeler belirgindir. Bu nedenle, okuyan aslında bir sinema perdesinin önündeymiş gibi sözcükleri ‘izler’ ve ‘dinler’. Bu metinde ilginç bir diğer ayrıntı da, Mutlu’nun, “adlandırma merakı”na dikkat çekmesidir. Her duygunun ve her nesnedeki anlamın adını koyabilmek, Mutlu’ya göre, duvarın ötesine geçebilmenin tek yoludur. Bu tespiti şu dize yeni bir sınırduruma getirir: “Varoluşun anlamı sadece var olmakla sınırlı olsa bile...” ve yine cevaplar yeni sorulardır: “Uzlaşma dürtüsü mü bu adlandırma, bu yakın kılma isteği?” (s25-28)

“Kalacak Olan”da “bilici” ve “yazıcı”, “çoban”la aynı kişidir. Bunlar uçuk bir tasarımcı, iflah olmaz bir düşçü, parçalanmanın bir ilüzyonu olarak, Mutlu’nun iç seslerini taşıyan birer imgedir. Burada sorulması gereken, çobanın güttüğünün ne olduğudur: yaşam mı, düşler mi, ölüm mü? Belki de tüm bunların bir hesaplaşması... Her dize, aslında çobanla ve onun yaşama dair vaatleriyle hesaplaşmadır: “Ah biliyorsun. Sana hiçbir şeyin aldırdığı yok./ Nesnelerin umurunda olduğunu zannetme. Tanrı’nın da./ Seni umursayan tek şey bu an./ Üstelik ona egemen bile değilsin./ İşte bunu biliyorsun ve bu seni delirtiyor ... Bir gezegen gibi dönüyor başım senin vaatlerinle.” İnsanın dinginlik aczinin ve kendisine vaat edilen huzurun, aslında sığınmacılık olduğunun farkındadır Mutlu ve bu taleple savaşır: “Hadi giy zırhını, kalkanını al./ O altın kaseden içtiğim sığınma duygusu beni kendine bend etti./ Ey ihtiras, çek kılıcını ve sapla bu acı sarhoşluğa ... Küçülerek, sonsuzca küçülerek içebileceğim içki,/ bir yere sığabilme ve orada dinginleşme ihtiyacı,/ seninle ben nasıl baş edeceğim?” Sanki tüm kavramlar bütünün içinde erimiştir, nesne özüne dönmüştür, adlandırmanın anlamı kalmamıştır; ‘şahit’ konumunda izler Mutlu görüngüleri, çünkü “Tek yüce güç olan hayat umursamazdır.” Bu başkaldırı, yaşama ve ölüme; ya da iki kez yaşama meydan okur: “Kopar kanatlarımı gücün yeterse!” (s27-33)

“Bir Taş Kendini Sordu” metninin ana teması, “BEN NEYİM?” sorusudur. Ensesinde çürük soluğunu duyduğu ölümün kendisini niye hâlâ almadığına öfkelidir, yaşamın kıyısında durmaktan usanan her dize. Kaygan bir zeminde kendi ayak izinden başka nereye basabilir insan? Ve “Neden bunca zordur yanıtsız bir soruyu unutmak?” (s41) “Eski Rüzgâr”da çocukluğuna gider Mutlu. Tüm şiirin örgüsünde çocukluğuna; yani güvene, huzura, neşeye, saflığa ve o her şeyin başında olma duygusuna özlem vardır: “Ve yalnızlık bu sabah unuttu beni.” (s48)

“Saklı Suyun Hazinesi” 23 bölümden oluşur (s54-82). Diğer metinlerdeki gibi yüzleşme, hesaplaşma, yaşam ve ölümün dansı bu bölümde de ‘izlenir’ ve ‘dinlenir’. Sorular ve sorgularla metin kesilir, parçalanır, yeni bütünler kolajlanır: “‘Tanımsız olan ölümdür’ diyorsun, ... Sen adını koyduğun her şeyi biliyor musun?”(s54) Yer yer mistik söyleyiş özellikleri görülür: “Ne ihtişamlı parıltıdır o!” (s65) Metafizik temalar ağırlık kazanır: “O ki vardır, ölüm artık kardeşin olur senin./ Hiçbir şey yoktur ki çiyden gövdeni incitsin./ O ki vardır, hiçlik yoktur/ Hiçlik, varlığı ile yokluğu ayrımsanmayan,/ Sıradan bir nesnedir” (s66). Öleceğini bilmenin saf acısı sızar her dizeden: “Zehir gibi acıydım ben! Bilmenin saf acısı!/ Bilmek! Ah, nasıl da titriyordum içinde kor ayazın!” (s69)

“Saklı Suyun Hazinesi”nde olduğu gibi, genel olarak Ayten Mutlu Şiiri’nde, dizenin sözü taşıyamadığı anlarda, dizede kırılmalar ve parantezle yan dizelere taşmalar belirgindir. Şiir örgüsü bir merdiven gibi anlamlar, yan anlamlar, dizeler ve yan dizelerden oluşur. Bu, şairin aynı zamanda iç ses kolajlarını da metnin örgüsüne kattığı bir motiftir ve söylenenle söylenmek istenenin arasında bir köprü görevi görür:

“Aşk, cennetin cehenneme taptığı bir mabettir çağımda.
Sihirli can mumunun hiç sönmeyen alevi,
                                               (doğum anı üzgün ruhun)
O alevde ne tanrı vardır, ne de şeytan.
                                               (sadece sonsuzluğun sürülmüş tarlaları)
Aşk, sadece kendine tapınır.
                                               (o, kalplere kendi putuyla girer)
İnsan onun en günahkâr kuludur
                                                (itaatsizlik, o büyük günah)
ve en sadık kölesi.
                                                (çıkarır ne kaldıysa zırhın içinde)
Sihri yaratan da odur, bozan da çünkü.
                                                (ve sadece kimsesizken kendisi olur)” (s71)
            ...
“Çemberin sıkışan göğsünde
                                                (daralır, genişler an)
 demirin itaati belki de
                                                (ateş yürür yolunda)
 soğuyan taşın sesi
                                                (habercisi uzun kışın)
 kalbin itaati bilinmeyene
                                                (imkânsızlık yoktur, diyor bir bilge)        
 tozun küle
 ve hayatın ölüme
                                                (ya da efsanelere) (s109)

“Gövdem, gökler altında tespih böceği” (s101) diyor Mutlu ve bu duygu, yitik bir anlamın peşinde dolanan tüm dizelerini ehlileştiriyor. Bize de, acıyı anlamaya çalışmak kalıyor yalnız. Ama, “Ateşi anlatmak külün harcı mı?” (s74)



*Ayten Mutlu, 1952 Bandırma doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Bandırma’da tamamladı. 1975’te İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni bitirdi. Sonrasında, Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Fakültesi’nin 3. sınıfından ayrıldı. İlk deneme, öykü ve şiirleri ortaokul yıllarından başlayarak yerel gazetelerde yayımlanmaya başladı. İlk şiir kitabının yayımlandığı 1984’ten beri çeşitli edebiyat dergilerinde yazıyor. Şiirlerinin bazıları Fransa, İsveç, Rusya, Almanya ve İspanya’da yayımlanan bazı dergi ve antolojilerde yer aldı. 1997 İbrahim Yıldızoğlu Şiir Ödülü’ne ve 2001 Yalova Uluslararası Şiir Buluşması Şiir Ödülü’ne değer görüldü.

Şiir kitapları:   

Dayan Ey sevdam, 1984, Hacan yayınları
Vaktolur, 1986, Hacan yayınları
Seni Özledim, 1990, İnsancıl yayınları
Kül İzi, 1993, E yayınları
Denize Doğru, 1994, Kavram yayınları
Çocuk ve Akşam, 1999, Yön yayınları
Taş Ayna, 2002, Öteki-siz yayınları
Yitik Anlam Peşinde, 2004, YOM yayınları